Yolda Olma Hali/Metro


 Turnike öttü, kolu ittirip geçtim. Oh neyse ki sorunsuz, size de olur mu bilmem, ama bazen seyahat kartına ihtiyaç duyduğunda aklın karışır ya… - Acaba içinde para var mı? Gidip kontrol mi etsem? Yok yahu, illaki vardır düşünceleri arasında gelgitler yaşarken turnikenin ağzına kadar gelirsin. Kartı okutursun, yeşil ışık yanar, o tanıdık bip melodisi kulağına şenlik gelir. Hemen ardından güvenlik x-ray cihazından geçip metroya iniş için harekete geçersin. Ama bazen de… o an gelir, kartı okutursun ve turnike sanki bütün metroya anons eder gibi bağırır - Yetersiz bakiye zaten ekranda kırmızı uyarı yanıp sönüyor, bir de niye afişe ediyorsun ki insanı?


Neyse, bu sefer şanslıyım yeşil ışık yandı, geçtim. Şimdi metroya inme vakti. Aslına bakarsan genelde yürüyen merdivenleri kullanırım. Bazen de sabit merdivenlerden kendi tempomda, inip çıkarım. Ama bazı günler, yorgunluk çöker, katlar arası mesafeler gözümde büyür de büyür. Sanki her basamak bir maraton, her kat bir dağ o vakit asansöre yönelirim, - Hadi, bu sefer tembellik yapayım derim. Ama tam o anda şehrin altın kurallarından biri devreye girer. Asansör asla senin olduğun katta değildir. Turnike katındaysan, yani zemin katta, asansör mutlaka metro katında, yani eksi birde bekliyor. Metro katındaysan, o kesin zemin katta takılıyor. Sanki bu asansörle aramızda bir mesele var, resmen inatlaşıyoruz düğmeye basıyorum, o mekanik vızıltıyı bekliyorum ama nafile. Göstergede -1 yanıyor, yani asansör metro katında keyif çatıyor. - hadi yadiye mırıldanıyorum, - seninle bir gün yüz yüze gelelim, bak bakalım neler anlatacağım sanada


Mecburen yürüyen merdivenlere yöneliyorum. Günün bu saatinde, neyse ki çok kalabalık değil. Rutin saatler koşturmacanın azaldığı adeta emekli işi vakitler. Herkes aheste aheste, salına salına iniyor. Zaten dışarıda 35 derece sıcak var, millet mayışmış vaziyette. Metronun serinliği ise bambaşka bir rehavet yaratmış. Çocuk, genç, ihtiyar, ezcümle herkes bu tembel havasından nasibini almış.


Yürüyen merdivenler, sanki görünmez bir sınırla ikiye ayrılmış. Sağ taraf, heykel gibi sabit duranların bölgesi sol taraf, merdivende bile yürümekte ısrar edenlerin. Bense rehavete kapılmışım, sağ tarafa geçiyorum, heykel tayfasına katılıyorum. Önümde orta yaşlı bir kadın elinde poşetler ağır ağır kayıyor. Onun önünde bir genç turist kocaman bir sırt çantasıyla duruyor. Çanta o kadar büyük ki, kafasının yarısı görünmüyor, sanki yürüyen bir kamp yükü. Onun önünde ise iki öğrenci, yaşları 15-16 falan. Biri bir basamak aşağıda, arkasındaki arkadaşına dönmüş, hararetle bir şeyler anlatıyor. Ne dediklerini tam seçemiyorum, ama bir an -döner kelimesi kulağıma çalınıyor. - Yok artık diyorum içimden - bende mi acıktım, yoksa algıda seçicilik mi bu? Belki de çocuklar yemek muhabbeti yapıyor, belki de ben sıcaktan mayışmış kafayla her şeyi dönerle bağdaştırıyorum. Metro istasyonunun serinliği bile bu açlık hissini bastıramamış anlaşılan


Ara kata vardık. Aynı ekip, aynı sıralamayla ilerliyoruz metro katına inen diğer yürüyen merdivenlere doğru. Önümde, ellerinde poşetlerle yürüyen kadın var. Sanırım poşetler ağır değil çünkü onları sallaya sallaya ilerliyor. Onun önünde turist sırtındaki çanta öyle büyük ki, adamın sadece baldırı görünüyor. Gerçekten, çanta mı onu taşıyor, o mu çantayı belli değil. Bir an durup düşündüm: Bu bir insan mı yoksa yürüyen bir kamp malzemesi mi? Sanki çanta sabah kalkmış - Hadi biraz gezeyim demiş, içine de bir turist almış. Kafası neredeyse tamamen kaybolmuş, çantayla bütünleşmiş. En önde ise dönerci gençler var yan yana durmuşlar, yine hararetli bir muhabbetteler. Biri elleriyle döner :)  gibi bir şey tarif ediyor, diğeri başıyla onaylıyor. Açlık hissim geri dönüyor. Demek ki bu sefer gerçekten acıktım.


Ara kat, S harfi gibi kıvrılan bir yolun başlangıcında yer alıyor. Bizim indiğimiz yürüyen merdiven bir kıvrımda sona eriyor, birkaç adım sonra da asıl metro katına inen merdivenlerin başı geliyor. Bu iki inişin arasında, yaklaşık 20-30 metre uzunluğunda, dar ve kıvrımlı bir koridor uzanıyor. Ne yukarı ait, ne aşağıya tam anlamıyla arada kalmış bir yer. bazı ara katlar var ki bitmek bilmeyen bir geçiş hissi yaratıyor. Mesela Sirkeci Garı’nın metro çıkışı gibi… Metrodan inip yeryüzüne çıkana kadar, imam teravih namazını bitirir. Sen hala merdiven çıkıyorsundur, o  - Selamünaleyküm ve rahmetullah deyip çoktan caminin kapısını kapatmıştır.


Duvarlar, alışıldık parlak metro fayanslarıyla değil, püskürtme betonla kaplı. Gri, soğuk, hafif nemli yüzeyler. Sanki kasıtlı olarak steril değil, biraz kasvetli bırakılmış ışık loş, sesler boğuk yankılanıyor. Etrafta bir tane bile oturacak yer yok. Bank yok, afiş yok, reklam panosu bile yok. Sanki burası sana diyor ki - Durma. Burada oyalanma. İlerle


İnsanın içine belli belirsiz bir huzursuzluk çöküyor. Ne oldu da buraya düştük hissi eğer zombiler bir metro istasyonuna inecek olsalar, kesin bu katı tercih ederlerdi.


Metro katına inen yürüyen merdivenlerin kutsal sağ tarafına, birer heykel gibi dizildik yine. Adeta bir sanat enstalasyonunun parçasıyız hareketsiz, ifadesiz bir şekilde yavaşça kayıyoruz aşağı. Sol tarafta ise hız tutkunları. Merdivende bile yürüyorlar, yetmiyor, yanımızdan rüzgar gibi geçip gidiyorlar. Yani iki metro arasında süre dört dakika, ne kadar geç kalabilirsin ki? Ama kesin bu koşturanlar zaten geç kalmış şimdi de - daha fazla geç kalmayalım telaşındalar. Ya da belki de bir yerlerde gizli bir tren var, sadece onların bildiği. Ona yetişmeye çalışıyorlar.


Metro katının ana koridoru bomboş. Herkes, gideceği yöndeki tarafa çoktan geçmiş. Ortadaki koridor, yani yürüyen merdivenin indiği aks, neredeyse tamamen boş. Yönlendirme tabelalarına şöyle bir göz atıyorum. Çünkü neden? Sorun, alışkanlık.


Oğlumla her sabah ve akşam bu metroyu kullandık yıllarca, okula gitmek ve gelmek için. Artık vücudumuzdaki bir kas gibi gelişti bu rota. Öyle ki bazen, o yöne gitmeyecek olsam bile ayaklarım beni oraya götürüyor. Bu yüzden kaç kez yanlış tarafa bindiğim, bir sonraki durakta inip karşı metroya geçtiğim olmuştur. Okul bu sene bitti. Bakalım bu kas ne zaman gevşer?


Sekiz vagonlu metronun arka vagonuna, yedili sıralı koltuklardan birine oturdum. Bizim ekipten kimse kalmamış metroya binerken dağılmıştık. Oturduğum bölümde benden başka sadece bir kişi daha var. Karşımızda ise kendi halinde bir anne ve iki çocuğu


Oysa daha birkaç hafta önce, karne günüydü. Oğlumu son kez okula götürmüştüm. Karnesini aldıktan sonra arkadaşlarıyla buluşacaktı, ben de her zamanki gibi tek başıma geri döndüm. Zaten hep öyle olurdu onu bırakır, sonra yalnız dönerdim. Ama bu bambaşkaydı. Sekiz yıllık yolculuğumuzun, her sabah ve akşam defalarca yürüdüğümüz o rotanın sonuydu bu. Artık o okula gitmeyecektik. Artık o yolu birlikte kullanmayacaktık.


Liseye başlayacak. Büyük ihtimalle artık babasıyla da gitmek istemeyecek. Ben olsam istemezdim. Liseye babasıyla gelen biri olmak istemezdim. Öyle düşünürdüm o vakitler. Ama şimdi, biri bana sorsa… - Keşke derim, - keşke o yolları da babamla yürüseydim


Oturdum kaldım. Meğer yürümek şart değilmiş, bazen hatıralar da yürütüyormuş insanı.




Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolda Olma Hali/Tutunmak

Yolda Olma Hali (6)

Yolda Olma Hali/Sokaklar