Yolda Olma Hali/Üç Selvi
Yorgun adımlarla kahve dükkanına giriyorum. Fotoğraf makinem hala boynumda asılı. Masanın karşısına geçip oturuyorum. Ayaklarım, Erenköy’ün sokaklarını arşınlamaktan bitkin ama içim hafif neredeyse sevinçli. İçeri yayılan kahve kokusu bir anlığına tüm düşüncelerimi susturuyor. Gelsin önüme mis kokulu bir kahve, kokusunu içime çekeyim diyorum içimden. Fotoğraf makinesini masanın üstüne bırakıyorum.
Anlatayım sana bugünün hikayesini.
Sen de yap kendine bir kahve. Başlayalım güne, bir şiirle… ve benim yolculuğumla.
ÜÇ SELVİ
Kapımın önünde üç selvi vardı.
Üç selvi.
Selviler rüzgârda sallanırlardı.
Üç selvi.
Kökleri yerde, başları yıldızlarda
Üç selvi.
Selviler sallanırlardı rüzgârda.
Üç selvi.
Bir gece düşman bastı evi.
Üç selvi.
Yatağımda öldürüldüm ben.
Üç selvi.
Kesildi selviler köklerinden.
Üç selvi.
Artık ne kökleri yerde,
Ne başları yıldızlarda
Üç selvi…
Selviler sallanmıyorlar rüzgârda.
Üç selvi.
Nazım Hikmet
⸻
Nazım Hikmet’in bu dizeleri, Erenköy tren istasyonunun alt geçidinde yankılanıyor sanki. Sahile doğru yürüyorum etrafımda telaşlı bir kalabalık. Kimisi trene yetişmeye çalışıyor, kimisi sadece karşı tarafa geçmek için bu altgeçidi kullanıyor. Raylar, sanki görünmez bir sınır gibi iki dünyayı ayırıyor. İstasyonlar ise bu sınırı geçmenin tek yolu adeta birer sınır kapısı.
Rayların ötesinde üç selviyi bulma ve fotoğraflama tutkusuyla adımlarımı hızlandırıyorum. Belki o ağaçlar çoktan devrildi. Ama yine de arıyorum. Çünkü bazı şeyleri aramak, bulmaktan daha anlamlı.
Takvim Mayıs’ı gösteriyor ama bahar hala uykuda gibi. Rüzgar yüzümü acıtıyor başım öne eğik yürüyorum. Aklımda o üç selvi, Nazım’ın dizeleri ve Erenköy’ün eski köşkleri var.
Ethem Efendi Caddesi’ne çıkmak üzereyim. Bir zamanlar, Nazım Hikmet’in eski eşi Piraye Hanım, Vedat Örfi ile evliymiş. Ethem Efendi Caddesi üzerindeki Mehmet Ali Paşa Köşkü’nde otururlarmış. Vedat Örfi, sanatla ilgilenen biriymiş İstanbul’un kültür çevresinde herkesin yolu bir şekilde birbirine dokunurmuş. Nazım, ara sıra bu köşke gelir, Piraye’yi de burada görmüş tanışmış. Belki de selamlık kapısından çıkarken o üç selviyi fark etmişti. Acaba bu şiir, o ağaçlara mı yazıldı?
Cadde kalabalık değil, ama araçlar her yerden çıkıyor. Ana caddeyi kesen sokaklar, kimi tek yön, kimi çift. Hangi yönden araba geliyor, çözmek maymun zeka testi gibi her an her yöne bakmalısın. Otursam da bir kahve mi içsem diye geçiriyorum içimden. Ama önce selvileri bulmalıyım. Bulursam, bir keyif kahvesi içer, çektiğim fotoğraflara bakarım. Hoşuma gitmezse, gider tekrar çekerim. Evet, bu plan mantıklı. Adımlarımı hızlandırıyorum.
Piraye’nin hikayesi dönüyor aklımda. Vedat Örfi, uzun yurtdışı seyahatlerine çıkarmış her gidişi bir yıldan uzun sürermiş. Piraye, iki çocuğuyla köşkte yalnız kalırmış. Zamanla evlilik sona ermiş, Piraye annesinin yanına taşınmış. Nazım’la dostlukları kız kardeşi aracılığıyla daha da pekişmiş sonra evlenmeye karar vermişler. Aileleriyle birlikte Erenköy’deki eski köşklerinin tam karşısındaki Mithat Paşa Köşkü’ne taşınmışlar. Acaba o üç selvi, Mithat Paşa Köşkü’nün bahçesinde miydi?
![]() |
Bu sorularla yürüyorum. Gözlerim çevreyi dikkatle tarıyor. Ama rüzgar ve Nazım’ın dizeleri beni başka bir zamana sürüklüyor.
Mehmet Ali Paşa Köşkü’nü nihayet buluyorum ama ne varış bir zamanlar Nazım’ın selamlık kapısından çıktığı, üç selvinin gölgesinde yürüdüğü bu ahşap yapı, şimdi bir kahvaltı dükkanı. Koyu kırmızı cephesi taze vernikle parlıyor. Pencerelerindeki zarif ferforjeler hala zarif. Camlar pırıl pırıl, çatısındaki tuğla baca ise eski zamanlara ait bir işaret gibi. Bahçesi küçülmüş, otopark olmuş etrafında bakımlı çiçekler, düzenli yeşillikler var. O koca bahçenin büyük bölümü artık yüksek apartmanlar olmuş.
Köşk, modern dünyanın ortasında bir zaman kapsülü gibi duruyor. Halini sorsak, Eh işte, iç güveysinden hallice der gibi. Ama memnun sanki çoğu kişi onu restoran olarak tanıyor olabilir ama ben onu geçmişiyle görmek için geldim. Eski dostlar gibi göz göze geldik selamlaştık.
Selvilerin izini sürmek için köşkten ayrılıyorum. Ara bir sokağa sapıyorum. Tabela Ülke Sokak yazıyor kalbimde bir umut var. Ve işte… Tam önümdeler
Üç selvi
Demek hala buradasınız diye mırıldanıyorum. Sizi gördüğüme çok sevindim.
Ama bir eksik var. Üçüncü selvi yok sadece yosun tutmuş, toprağa gömülü bir kök izi. Nazım’ın dizeleri kulağımda
Kesildi selviler köklerinden… Sanki o gece, bu bahçeye de uğramış. Rüzgar dalları hışırdatıyor, gölgeleri sokağın taşlarına düşüyor. Fotoğraf makinesini yavaşça kaldırıyorum. Objektifime iki selviyi sığdırmaya çalışıyorum, ama o boşluk, kadrajda bir yara gibi duruyor.
Belki de bu ağaçlar, Nazım’ın istasyona giderken son kez baktığı ağaçlardı.
O noktada, ben de ayrılıyorum. Tıpkı onun gibi, tren istasyonuna doğru ilerliyorum. Fotoğraf makinem boynumda, her adım geçmişin izleriyle dolu.
Gelirken gördüğüm kahve dükkanına oturuyorum. Yazmak, çektiğim karelere bakmak, biraz da soluklanmak istiyorum. Belki de sadece bir an durmak ve bu anı sindirmek gerek.
Fincanım boşalıyor, kahvem bitiyor.
Umarım sana anlattığım bu yolculuk, senin kahvene de güzel bir tat bırakmıştır.