Yolda Olma Hali/Köprü
Yorgunluğuma inat, fotoğraf makinemi boynuma takıp oturduğum kafeden çıkıyorum. Tanıdık cadde, kahve kokusu ve uzaklardan gelen tek tük martı çığlıklarıyla bulutların gölgesinde karşımda uzanıyor. Karşıdan karşıya geçerken, sanki bir maymun zeka testine yeniden başlıyormuşum gibi hissediyorum. Ethem Efendi Köprüsü’ne doğru adımlarım ağır, ama içimde bir merak ateşi yanıyor. Makineyi elime alıp caddeden köprüye uzanan yolu kadraja alıyorum iki katlı bitişik nizam evler, şimdi dükkanlara dönüşmüş, vitrinlerinde renkli tabelalar. Kimse oturmaz herhalde buralarda. Gece çeksen, bu sokağın ışıkları muhteşem olur. Aklıma bir hamam düşüyor, burada bir yerde olmalı, ama nerede?
Köprü, asırlık hikayesine rağmen dimdik ayakta. Objektifi taşların çatlaklarına zum yapıyorum, 1920’de, işgal günlerinde burada neler yaşandığını düşünürken taşlar soğuk bir sır fısıldıyor sanki. Gözlerimi yumuyorum, zaman kayıyor
İşgal altında 1920 İstanbul’undayım, Ethem Efendi Köprüsü’nün gölgesinde. Hava dumanlı, İngiliz askerlerinin bot sesleri raylarda yankılanıyor, banliyö trenlerinin vagon tıkırtıları işgal altındaki şehrin hüzünlü ritmini taşıyor. Köprüde insanlar yürüyor, yüzlerinde umutla karışık bir ağırlık akıllarında 19 Mayıs 1919’da ateşlenen kıvılcım. Milli Mücadele’ye bir omuz da biz versek, diye fısıldaşıyorlar. Bir esnaf, diğerine göz kırpıyor Maltepe’de bir şeyler oluyor diyor usulca. Derken, bir İngiliz askeri bağırıyor: Burada toplanamazsınız, yasak. Kalabalık sessizce dağılıyor, ama yumruklar sıkılı, adımlarda öfke, gözlerde bir gülümseme saklı. Kalbim göğsümde atıyor, elim makineye gidiyor, ama… burada değil. Sadece izliyorum. Gözlerimi yumuyorum, köprünün taşları yeniden beliriyor 2025’teyim yine, ama kalbim hala o fısıldaşmalarda.
Köprünün üstündeyim artık. Hafif bombeli, ne çok uzun ne çok yüksek. Altta demiryolu rayları, sanki o beklediğim tren her an gelecekmiş gibi uzanıyor. Makinem boynumda ağır, ama objektifim geçmişin izlerini arıyor. Hafif bir meltem yüzümü okşuyor. Sanki köprünün taşları, bir hikayeyi anlatmak için sabırsızlanıyor. Öyle kalıyorum, yüzüm raylara dönük, ellerim makinede, gözlerim kapalı.
O sırada, beş durak geride, 1920 Maltepe sahilinde bir hareket başlıyor. Dalgalar usulca kıyıyı yalıyor, ama hava gergin. İngiliz devriyelerinin gölgeleri sahile uzanıyor. aylardır binbir zorlukla plan yapılıyor. İşgal kuvvetlerince depoya atılan Türk hava kuvvetlerine ait uçaklardan üçü hazırlandı. Kalkış pisti için, sahilde bir düzlük tesviye edilmiş, futbol sahası süsü verilmiş. Kaleler, korner direkleri, ortasaha çizgisi… Ama asıl maksat, uçağın kalkacağı düz bir pist. Tümsekler traşlanmış, çukurlar doldurulmuş. Ara sıra göstermelik maçlar oynanıyor. İngiliz-Fransız heyetine Burası futbol sahası deniyor, ama herkesin aklı bu büyük günde Ankara’dan emir geldi. Türk hava kuvvetleri yeniden kanatlanacak.
Raylara doğru eğilip makineyi kaldırıyorum, ilk kare rayların puslu çizgisi, geçmişle bugünün kesişimi. Köprünün üstüne dönüyorum, gözlerim yeni yerleştirilmiş iki ahşap banka kayıyor. Birinde bir ihtiyar, banka yaslanmış, huzurlu bir uyku çekiyor gibi durmuş. Diğerinde genç bir adam, telefonla konuşuyor, eli havada sallanarak bir şeyleri anlatmaya çalışıyor. Makineyi banklara çeviriyorum, ikinci kare ihtiyarın gri saçları, gencin hareketli eli, köprünün tarihi dokusu. Bankların sırtlarındaki metal plakayı fark ediyorum. Ethem Efendi Köprüsü, 1890. Birinde hafif bir çizik var, yaklaştırıyorum soluk bir “V” harfi gibi. Kalbim hızlanıyor. Vecihi Hürkuş’un izi mi bu?
köprünün taşları kayboluyor ve kendimi 1920’nin güneşli bir gününde, Maltepe sahilinde buluyorum. Vecihi Hürkuş ve üç koca yürekli pilot, Türk uçaklarını Anadoluya kaçırmak için hazırlanıyor. Motorlar homurdanıyor, havacılar helalleşiyor. Hakkınızı helal edin, diyor Vecihi, sesi kararlı, Ankara bekliyor, ya uçacağız ya öleceğiz. İlk uçak, fazla yükle havalanamayıp çakılıyor pilot yara almadan kurtuluyor. İkinci uçak, motorları gürleyerek gökyüzüne süzülüyor, mavi ufukta kaybolup Anadolu’ya doğru yol alıyor. Vecihi ve yardımcı makinist pilotun bindiği iki kişilik uçak, benzin tıkanıklığı yüzünden takla atıyor patlama sesi sahili inletiyor. Alevler yükselirken Vecihi yara almadan kurtuluyor, ama makinist başından kan sızıyor. Sahilde bekleyen bir otomobil, yaralı makinist ve diğer pilotu alıp kalabalığın arasında gözden kayboluyor. Araçta yer kalmadığından Vecihi tek başına ara sokaklara dalıyor, gölgelerde ilerliyor. Patlama, İngiliz devriyelerini harekete geçiriyor bot sesleri yaklaşıyor, bağrışmalar sahili dolduruyor. Maltepe tren istasyonuna ulaşmaya çalışırken nefes nefese koşuyor, paltosunun yakasını kaldırıp Bu iş bitmedi, diye mırıldanıyor.
Banklardan biri boşalıyor genç adam telefon konuşmasını bitirip kalkıyor, söylenerek yanımdan geçiyor, Sana demiştim, beni dinlemedin diye mırıldanıyor, hala telefondaki tartışmanın etkisinde, söyleyemediklerini şimdi söylüyor. Onun yerine banka oturuyorum, fotoğraf makinem boynumu ağrıtmış, kucağıma alıyorum. Cebimden sigaramı çıkarıp yakıyorum, başımı göğe kaldırıyorum, sanki 1920’de kaçmayı başaran o ikinci uçağı, Fokker D.VII’yi görmek istercesine. Derin bir nefes çekiyorum sigaradan, duman havada süzülüyor, gri bir perde gibi aralanıyor ve bir an zaman kayıyor kendimi yeniden 1920’de, Maltepe tren istasyonunda buluyorum, kovalamaca hala sürüyor.
Vecihi kalabalığın arasında gizlenmiş, gözleriyle sağı solu tarıyor, herhangi bir hareketlilik var mı diye tetikte kalabalığın arasında gölge gibi süzülüp trene biniyor. Gözleri, loş vagonun köşelerini tarıyor şüpheli bir hareket, bir yanlış bakış arıyor, ama yolcular günlük telaşlarında kaybolmuş. Saat 17:30. Cep saatine bakarken parmakları titriyor, nabzı kulaklarında atıyor. Tren Bostancı istasyonunu geçiyor, gıcırtılar arasında bir huzursuzluk büyüyor. Biletçi kondüktör vagona giriyor, ağır adımlarla yolcuların biletlerini kontrol ederek yaklaşıyor. Vecihi, paltosunun yakasını düzeltiyor, sakin görünmeye çalışıyor. Kondüktör sonunda karşısında Vecihi bileti uzatırken göz göze geliyorlar. Kondüktör bilete bakıyor, sonra eğilip fısıldıyor, sesi trenin uğultusunda kaybolacak kadar alçak Vecihi Bey, Bostancı’da İngiliz ajanlar trene bindi. Sizi arıyorlar, dikkatli olun. Vecihi’nin yüzü geriliyor, ama başını hafifçe sallıyor. Tren Erenköy istasyonundan hareket ettikten sonra bir dönemece giriyor, Ethem Efendi Köprüsü’nün gölgesi yaklaşıyor. Kondüktörün dediği gibi tren yavaşlıyor Vecihi kapıyı aralıyor, ılık bahar rüzgarı yüzüne çarpıyor, Şimdi diye mırıldanıyor ve köprünün altında, rayların gölgesine atlıyor. Eli yüzü biraz çiziliyor, çakıllar etrafa saçılıyor, ama önemli bir şeyi yok. Ayağa kalkıp karanlığa doğru yürüyor, evine ulaşmak için planlarını şekillendiriyor.
İçtiğim sigara bitmek üzere, külü uzamış, gri bir ip gibi sarkıyor. Kalkıyorum, bankın yanındaki çöp tenekesinin ızgarasında sigarayı söndürüyorum, küçük bir cızırtı sesi çıkıyor. Fotoğraf makinemi tekrar boynuma asıyorum, ağırlığı omuzlarımda hissediliyor. Saate bakıyorum, 17:30 garip bir tesadüf, Vecihi’nin 1920’de saatine baktığı an aklıma geliyor. Gözlerim etrafı tarıyor, sanki Vecihi’yi arıyorum, koca yürekli o vatansever Kuvayi Milliyeci’yi, köprünün taşlarında onun izlerini görmek istercesine.
İşte böyle başladı Vecihi Hürkuş’ un Anadolu’ya geçiş macerası. Bu olay sonrasında gizlice Konya Uçak Birliğine varıyor. Eksiksiz tüm Maltepe ekibi ile 15 pilot
Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası:
- Vecihi Hürkuş, Kurtuluş Savaşı’nda sivil pilot olarak gerçekleştirdiği başarılı keşif ve destek uçuşları, bir Yunan uçağını düşürmesi ve İzmir (Gaziemir-Seydiköy) hava meydanını işgal eden ilk pilot olması gibi katkıları nedeniyle kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Takdirnameleri:
- Hürkuş, Kurtuluş Savaşı sırasındaki hizmetleri için TBMM tarafından üç kez takdirname almıştır. Bu, Türkiye tarihinde üç takdirname alan tek kişi olmasıyla dikkat çeker.