Hayata Cevaplar/Yürüme
M.Ö. 335’te Aristo, Atina’da Peripatetik Okulu kurduğunda, yürümenin bedensel bir eylemden öte bir hakikat arayışı olduğunu gösterdi. Gölgeli patikalarda adımlarını bilgiye doğru atan öğrenciler, her dokunuşta toprağa düşüncenin tohumlarını serpiştirdi. Asırlar sonra, Anadolu’nun dolambaçlı sokaklarında doğan müteferriç kelimesi aynı ritmi yakaladı. Derdini yürüyerek dağıtan, ayak izlerinde huzur bulan insanın hikayesi. İki kavram, zamanın ve coğrafyanın ötesinde birleşir çünkü yürümek, kaosun perdelerini aralayıp insanı kendi sessiz özüyle buluşturan kadim bir arınma yoludur.
Ormanın kuytusunda, denizin hışırtılı kıyısında ya da şehrin kalabalık caddelerinde müteferriç, adımlarıyla zihninin fırtınalarını dindiren bir gezgindir. Her adım, iyilik ile kötülüğün kavgasına bir mola verir her nefes, onu varlığının dingin merkezine çeker. Sanki bir meditasyondur bu. Düşünceler silinir, kaygılar rüzgara karışır ve geriye yalnızca an’ın billur berraklığı kalır. Bir çınarın gölgesi, bir kuşun kanat sesi, uzaktan gelen bir kahkaha… Müteferriç, tam da bu anda ne geçmişin gölgelerine tutunur ne de geleceğin sislerine kapılır yalnızca var olmanın saf halini yaşar. Sokrates’in sorduğu sorular da, bu sessiz gezintiler de aynı hakikati fısıldar. Yürümek insanın kendine yolculuğudur özüne dönüş ise hakiki özgürlüğün kapısını aralar.
Yürüyüş, önce hamlığın farkına varmaktır. Zihin, dünyanın gürültüsüyle doludur ikilikler arasında savrulur. Ancak bir sokak köşesinde ya da denizin kıyısında, adımların ritmi düşünceleri susturdukça, hakikatin ateşiyle bir arınma başlar. Geçmişin yükleri ve geleceğin endişeleri bu alevde erir. Bu, bir son değil, ebedi bir dönüşüm anıdır. Müteferriç, adımlarıyla kendi özünü keşfeder. Hamlıktan arınmaya, arınmadan yeniden doğmaya uzanan yolda, her adım bir olma halidir. Beden değil, ruh hareket eder yürüyüş, insanın içsel bir dansına dönüşür. Bu dans, sanki ölmeden önce ölme hali gibidir özgür iradenin, zincirlerinden sıyrılarak gerçek özgürlüğü tattığı o saf andır. Yeniden doğmak, her adımda kendini yeniden inşa etmektir.
Yürüyüş ilerledikçe müteferriçin gözleri berraklaşır, zihni sükunete erer. Şehrin kalabalığında bir balıkçı esnafın tezgahına vuran sabah ışığı, sokaktan yükselen bir türkünün nağmeleri, parkta oynayan çocuğun gülüşünden sızan masumiyet… Hepsi, sanki evrenin sessiz bir şarkısında birleşir. İyilikle kötülüğün, ayrılıkla kavuşmanın çatışması bile, tıpkı dalgaların kayaları usulca şekillendirmesi gibi, evrenin büyük armonisine hizmet eder. Müteferriç, toprağa basan her adımda bu hakikati kemiklerinde hisseder. Çeşitlilik, evrenin fırçasından düşen renklerdir insanlar ise aynı ışığın prizmalarda kırılan halleri. Yürümek, sadece öze yolculuk değil evrenin ritmini kucaklama cesaretidir.
Ve belki de yürümek, insanın en eski duasıdır ne dile getirilmiş bir kelime, ne de yazıya dökülmüş bir metindir o. Ayakların toprağa her basışı, Buradayım diyen bir varoluş ilanıdır. Yeryüzünde bıraktığımız her iz, gökyüzüne yazılmış bir arayıştır aslında. Müteferriç, bu izlerin peşinde yürürken bilmeden şunu fısıldar evrene Ben seni arıyorum. Ve her adımda, evren de ona aynı fısıltıyla karşılık verir Ben de seni bekliyordum