Yolda Olma Hali/Zaman Makinesi



 Biraz koşturdum, ama değdi. Sonunda o büyülü zaman makinesinin eşiğine vardım. Çocukluğumdan beri beni sessizce gözleyen, geçmişle geleceği birbirine fısıldayan görünmez bir köprüydü bu. Dışarıdan, beyaz boyalı gövdesi ve bacasından savrulan dumanıyla sıradan bir şehirhatları vapurundan farksızdı. Ama içeri adım attığım an, tahta zeminin gıcırtısıyla birlikte zaman da çatırdayacaktı. Bunu adım gibi biliyordum.  


Tahta banklarda martılara simit atan çocukların kahkahaları cam kenarında, Boğaz’ın mavisinde kaybolmuş yaşlı teyzelerin dalgın bakışları kulaklıklarıyla kendi evrenine kapanmış gençlerin ritmik sallanışları… Hepsi, tuzlu rüzgarın taşıdığı demli çay kokusuyla harmanlanıyor, bana tek bir cümle fısıldıyordu:  


*Hoş geldin, zamanda yolcu.”




Üst katın arka tarafındaki açık alan, benim için gerçek bir zaman makinesiydi. Gençliğimden, çocukluğumdan kalma bir miras gibi hissettiren o küçük bölge. Ne zaman vapura binsem, yüzümü okşayan serin rüzgâr beni yukarı çekerdi. Merdivenleri tırmanırken, bir elimde çocukluğum, diğerinde gençliğim… Kendimden kendime bir yolculuğa çıkıyordum. Adımlarım merdivenleri tırmanırken, her basamak bir anıyı geri getiriyordu.  


Büfeden aldığım çayın sıcaklığı avuçlarımı ısıtırken, tahta bankın serinliğine oturdum. İçimde bir his belirdi


Başlasın zaman yolculuğu.


Belki şu an yanımda gençliğim oturuyordu; elinde karton kahve bardağı, gözlerinde uzak hayaller… Belki tam karşıda çocukluğum vardı küçük elleriyle martılara simit atıyor, kahkahaları rüzgâra karışıyordu. Bu vapur, sadece iki yaka arasında değil, zamanın içinde de yol alıyordu. Bizse her seferinde farklı bir yaşımızla biniyor, ama hep aynı bakışla Boğaz’ın mavisine dalıyorduk.  


Şimdi düşünüyorum da… Acaba yanımdaki çocukluğum neler hayal etmişti? Gençliğim hangi umutlara tutunmuştu? Ben ise tam burada, ikisinin ortasında, geçmişimle geleceğimin kesiştiği bu noktada oturuyorum. Hayat, bize fark ettirmeden işleyen bir bumerang gibi; yaptığımız seçimler, attığımız adımlar bir şekilde bize geri dönüyor. Aslında sistemin işleyişini hep okuduk, ama farkında değildik. Çünkü ruhumuz hiç uzağımızda olmadı.  


Ruhumuz, sezgilerimiz aracılığı bize hep fısıldadı: Bazen bir rüzgârın serinliğiyle, bazen martının ani çığlığıyla, bazen geçmişten süzülen bir anının gölgesiyle… *“Dur. Dinle. Kendini duy,”* dedi. Hayat, her yönden önden, arkadan, sağdan, soldan asırlık bir bilgelikle sinyaller gönderiyordu. Ve şimdi, onları duyma ve ipleri ele alma zamanı gelmişti.  


Vapurun motoru yavaşladı gövdesi hafifçe sarsıldı. İskeleye yanaştığımızı anladım. Çay bardağımı tahta bankın yanına bırakarak ayağa kalktım. Ama çocukluğum hala orada oturuyordu küçük ayaklarını sallıyor, martılara gülümseyerek bakıyordu. Gençliğim ise derin bir nefes alıp sigarasından son bir fırt çekti, sonra yere düşen küllerin üzerine ayağıyla bastırıp söndürdü.  


Aşağı inerken, gözlerim tekrar cam kenarında oturan yaşlı teyzeye takıldı. Gözleri hala Boğaz’ın mavisinde kaybolmuştu. Birkaç adım ileride, kulaklıklarını takmış genç, ritmik bir şekilde başını sallıyordu. Sanki yolculuğa ilk başladığım ana dönmüştüm ve içimde bir şey değişmişti.  


İskeleye adım attığımda, rüzgâr yine yüzümü okşadı. Arkamı dönüp vapura son kez baktım. Orada, hala bir yerlerde, çocukluğum martılara simit atıyor gençliğim bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Ama ben artık yürümeliydim. Çünkü gerçek yolculuk, vapurdan indiğimde başlıyordu.  






Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolda Olma Hali/Tutunmak

Yolda Olma Hali (6)

Yolda Olma Hali/Sokaklar