Yolda Olma Hali/Ramazan




 Yine yollardayım, Karadeniz Caddesi’nde yürüyorum ama soğuklar bitti, hava limonata gibi, tam gezmelik, ne soğuk ne sıcak. Yere düşen yaprakların kenarından geçerken uçuştular, hafif adımlarımla savurdum geçmişi, küllerini. Rüzgar esse de içimde bir huzur var, hele şu Ramazan’ın son günlerinde anılar yapraklarla birlikte usulca dönüp duruyor. Ramazan ayı Kur’an ayıdır ya, sana bir şey anlatayım mı? Benim ilk Kur’an kursuna gittiğim günleri… O zamanlar her şey Karadeniz Caddesi’nde, Aşık Paşa Camisi’nin bahçesinde başlardı.


Karadeniz Caddesi, Fatih’in en güzel yollarından biriydi. Geniş parke taşlarıyla döşeli bu cadde, bir ucuyla Fatih Camii’ne uzanır, diğer ucuyla Cibali sahiline inerdi. Bizim evden bir sokak ötede ise Aşık Paşa Camisi vardı. Öyle güzel bir camiydi ki, görsen aşık olurdun. Bahçesi adeta bir cennet köşesiydi, çeşit çeşit ağaçlarla doluydurüzgar esince yaprakların hışırtısı kuş cıvıltılarına karışırdı. Ama içlerinde biri vardı ki, hepsinden özel şadırvanın üstüne doğru sarkan o muhteşem dut ağacı. Dalları öyle dolu dolu dutlarla sarkardı ki uzanıp koparmamak imkansızdı.


Kur’an kursuna gitmek bizim için işte bu dut ağacı yüzünden bir maceraya dönüşürdü. Duta dalmak diye bir deyimimiz bile vardı o zamanlar. Hoca izin verir vermez ağaca tırmanır, elimiz yüzümüz kapkara olana kadar dut yerdik. Dutların suyu tatlı tatlı ağzımıza dolarken bazen çenemize kadar süzülür, üstümüz başımız yapış yapış olurdu. Sonra şadırvanda elimizi yüzümüzü yıkamaya çalışırdık, ama o lekeler kolay kolay çıkmazdı.


Ders vakti gelince hoca bizi toplar, otuz öğrenciyle tek başına ilgilenirdi. İnce uzun bir adamdı, gözlüğünün üstünden bakar, ‘Hadi bakalım, başla,’ derdi. Sesi sakin ama otoriterdi. Herkes teker teker rahlenin başına çağrılır, elindeki elifbayı açarsın, yerini bulunca dersini okurdun. Eğer takılırsan, ‘Git, çalış da gel,’ derdi hoca. Sessizce köşene çekilir, sıranın sana tekrar gelmesini beklerdin. Bütün sınıfı dinlemesi neredeyse iki saat sürerdi. Ama o dut ağacı sayesinde, zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık bile.


Sana şimdi bir sır vereyim: O sıralar beklemek bazen öyle uzardı ki, hele birileri Kur’an’a geçtiyse, hoca iki sayfa okuturdu, bekleme süresi dahada çoğalırdı. Peki, biz ne yapardık biliyor musun? Elif ba’mızın arasına Tommiks çizgi romanlarını gizlice sıkıştırır, hocadan çaktırmadan okurduk. Sayfaları çevirirken içimizden kıkırdar, bir yandan da göz ucuyla hocayı kollardık. Şimdilerde okuma alışkanlığımız varsa, bunda o anların da payı büyük, kim bilir?


Sonra bir gün o güzel haber gelirdi. Kur’an’a geçmek. İşte o zaman her şey değişirdi. Ailene gururla haber verilir, sana yepyeni, mis kokulu bir Kur’an alınırdı. Üstüne bir de Kur’an’a geçme parası verilirdi. O parayı alır, cebimize koyardık ama bitirmeye kıyamaz, zati bitmezdi de, günlerce harcardıkda harcardık. Ne güzel günlerdi onlar dut lekeleriyle dolu ellerimiz, gizli gizli okuduğumuz çizgi romanlar ve sonunda gelen o tatlı zafer. Şimdi geriye dönüp bakınca, Kur’an kursu sadece harfleri değil, çocukluğumuzun en saf mutluluklarını öğretmişti bize.




Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolda Olma Hali/Tutunmak

Yolda Olma Hali (6)

Yolda Olma Hali/Sokaklar