Yolda Olma Hali/iftar


Tatlı bir telaş yine içimizi kapladı. İftar vakti yaklaşırken aceleyle arabaya atladık. Hanım direksiyona geçerken oğlumuza seslendi:”Hadi, geç kalıyoruz. Biraz çabuk ol!” Oğlan, bir ayağında ayakkabısı, diğerini ise yere sürükleyerek hem giymeye çalışıyor hem de ön koltuğa doğru koşturuyordu. Aceleci adımları, kilit taş kaplı avluda ince bir sürtünme sesi bırakıyordu.


Ben arka koltuğa yerleşirken hanım, yanına koyduğu kutuya son bir kez göz attı. “Tamamız galiba,” dedi, sesinde tatlı bir heyecan vardı. Tam o anda oğlan kapıyı çekip yerine oturdu. Hanım derin bir nefes alıp arabayı çalıştırdı.Yavaş yavaş köy yoluna koyulduk. Burası, yılan gibi kıvrılan, çift S harfi çizen dar bir patikaydı sokağımızı köyün yoluna bağlıyordu. Sağda, tek katlı, sade ama bakımlı evler dizilmişti. Bahçelerde renkli çiçekler, kapı önlerinde eski tahta sandalyeler vardı. Sol tarafta, ulu çamlar ve meşe ağaçları gökyüzünü örten bir tünel oluşturuyordu. Rüzgar estiğinde, dalların uğultusu ve yaprakların fısıltısı duyuluyordu. Eğer gece buradan geçersen, yol zifiri karanlığa gömülür; ne sokak lambası ne de başka bir ışık görünmezdi. Sadece, farların aydınlattığı yol, ağaç siluetleri ve yol kenarındaki evlerin titrek ışığı belirginleşirdi. Adeta bir korku filmi setindeymişiz gibi hissettirirdi.


Farlar, yolun kıvrımlarını aydınlatırken, içimde başka bir yolculuk başlıyordu. Dışarıdaki karanlık ve sessizlik, sanki ruhumun derinliklerine bir ayna tutuyor, beni kendi içime davet ediyordu. Ramazan ayı, insanı böyle durultuyor işte çarşaf gibi seriliyor yeryüzüne, dinginlikle sarıp sarmalıyor. Sanki görünmez bir perde, kötülükten uzak tutuyor, koruyor insanı. Takva ehli olmak, işte böyle bir şey demekti.  


Aklıma hep bir beyit gelir bu duruma dair


"Sür çıkar ağyar-ı dilden, ta tecellî ide hakk  

Padişah konmaz saraya, hâne ma'mur olmadan."  


Yani, Allah'tan gayrı ne varsa gönlünden çıkar ki, Hak sende tecelli etsin. Çünkü padişah, mamur bir hale gelmeden gönül sarayına girmez. İşte korunma böyle başlıyor. O korunaklı evde olmak için takva ehli olmak, dosdoğru durmak gerekiyor hayatta. Yoksa korunma olmaz. Ramazan ayı, sanki bunun bir alıştırması gibi. İnsan, bu ayda kendini eğitir, arınır, dinginleşir. Böyle olunca, gerçek koruma gelir dua ile kader planına dokunma imkanın doğar. Adeta bir üst seviyeye çıkarsın. Ama önce, dosdoğru olmayı tüm yaşantına adapte etmek gerekiyor.


Yol, ağaçların gölgeli tünelinden çıkıp köye doğru açıldığında, etraf birden canlandı. Uzakta, bir başka arabanın farları göz kırptı onlar da iftara yetişme telaşındaydı. Köy yolunun iki yanındaki evlerden bacalar tütüyor, odun ateşinin kokusu havaya karışıyordu. Sanki her bir baca, içerdeki sıcak sofraların habercisiydi. Yol kenarında, baharın müjdesini taşıyan çiçekler, farların ışığında hafifçe parıldıyordu. Bir evin önünde, ekmek poşetiyle koşturan bir çocuk göründü. İftar saati yaklaştıkça, köyde tatlı bir hareketlilik başlıyordu. Herkes aynı huzurla bir araya gelmek için çabalıyor gibiydi.  


İşte tam da bu anda, sevginin en saf haliydi yaşanan. İftar sofraları, sadece açlığı değil, gönülleri de doyuruyordu. Bir çocuğun düşürdüğü ekmeği yerden alan komşu, kapı önlerinde birbirine gülümseyen insanlar... Hepsi, sevginin küçük ama anlamlı dokunuşlarıydı. Ramazan, böyle bir şeydi işte; insanı birbirine yaklaştırıyor, sevgiyle dolduruyordu.  


Köydeki bu hareketlilik, aslında sevginin en saf halinin bir yansımasıydı. Sevgi enerjisi, Yaradan’ın bu kainatı bir arada tutan çimentosu gibi, her yerde kendini hissettiriyordu. Çiçek açan ağaçlara, tüten bacalara, o çocuğun telaşlı ama masum koşusuna bakınca, insan bunu fark ediyordu. Doğaya bakınca huzur ve mutluluk doğması bundandı işte. Hayvana verdiğin bir sevgi varsa, sana on katıyla geri dönmesinin nedeni de buydu; çünkü bu sevgi enerjisi öyle sarıyordu ki etrafımızı, bunu hissetmek, bu ipe sıkıca sarılmak, insanı bir kademe daha yaklaştırırdı insan-ı kâmile.  





Yol devam ettikçe köyün tam ortasına vardık. İleride, tek minareli cami sade ve vakur bir şekilde duruyordu minaresinden sarkan küçük bir lamba, etrafı hafifçe aydınlatıyordu. Caminin tam karşısında fırın vardı; kapısı açık, içeriden Ramazan pidesinin kokusu sokağa yayılıyordu. İftar vakti yaklaşırken fırıncı, son pideleri fırına atmış, kürekle pişenleri tezgaha koyuyordu. Oğlu ise tezgahta sıcacık pideleri kağıda sarıp kapıdaki köylülere uzatıyordu. Aynı köylü olmanın sıcaklığı, o telaşlı anlarda bile hissediliyordu.  


Hemen bitişiğinde ise köy kahvesi vardı. İçerisi bomboştu; ne bir çay kaşığı şıngırtısı ne bir kahkaha… İftar vakti öyle yakındı ki, herkes evlerinde sofralarının başındaydı. Kahveci, masaları ve sandalyeleri özenle dizmiş, sanki büyük bir açılışı bekleyen bir mağaza gibi hazırlık yapmıştı. Belli ki iftarlar açılıp dualar edildikten sonra, köy ahalisi buraya doluşacak, çaylar yudumlanırken muhabbetler koyulaşacaktı.  


Bir anda oğlum, bu sessizliği bozdu. Eliyle fırın ile kahve arasındaki dar sokağı göstererek, “İşte, bakın! Geçen seneki park ettiğimiz köşe yine boş. Oraya parkedelim,” dedi. Araba duraksadı. Hanım, “Hadi, sen in,” dedi bana. “Pideyi al gel, ben de kutudaki hazırlıkları tamamlayayım.” Ben de fırının önünde indim.  


İşte vardım fırına. Ailevi Ramazan iftar ritüelimizin baş kahramanı olan sıcak pideyi almaya. İçeride iki kişi varız zaten, fırında da sadece beş pide kalmış. Ben ikisinin parasını ödedim, sıcacık pidelerin hazır olmasını bekliyorum. Fırının buğulu camlarından dışarıyı seçmeye çalışıyorum. Arabayı görüyorum, silüet olarak, ama bizimkileri seçemiyorum.  


En sevdiğimiz, her sene mutlaka yaptığımız bir iftar geleneği bu bizim için, sıcak pide arası tereyağ. Hanım, kutuyu açıp tereyağını dilimlemiştir bile. İş sıcak pideye kaldı. Aldım mı, son anda arabaya gidip içine tereyağ sürüp direkt yemek lazım. Saate baktım, son iki dakika.  


Nihayet pideler hazır Sıcacık pideleri aldığım gibi fırından çıktım. Arabaya doğru adımlarımı hızlandırırken, ezan okunmaya başladı. Hanım, hemen pidelerin içini açıp tereyağını bolca sürdü. Oğlan, ayranları servis ediyor, birer hurma ile önce açılış yapıyoruz. “Haydi bakalım, hepimize afiyet olsun, Allah kabul etsin,” dedik hep bir ağızdan.  


İşte tam bu an, aileyle bir arada olmanın kıymetini en derinden hissettiğimiz an. Bu sofranın, bu anın tadını çıkarmak için bir yıl bekliyoruz. Arada sıradan günlerde de yapıyoruz belki ama hiçbir şey bu anın yerini tutmuyor. Hele pide bitip kahveden üç çay alıp arabada içtiğimizde, İşte o zaman anın içinde kayboluyor, zamanı durduruyoruz. Dışarıda köy sessiz, etrafta hiç kimse yok, caminin minaresinden ezan sesi hala kulaklarımızda yankılanıyor. Çayın dumanı camları buğulandırırken, içimiz de huzurla ve Yaradan’ın sevgi ipine bağlandığımız neşeli sohbet kelimeleriyle doluyor. Bir yıl sonra, yine burada, yine bu masada, aynı sıcaklıkla buluşacağımızı bilerek…


Nasip ve kısmet

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolda Olma Hali/Tutunmak

Yolda Olma Hali (6)

Yolda Olma Hali/Sokaklar