Yolda Olma Hali/Sokaklar
Hadi, zihnim izin versin de o güzel günlere geri dönelim. Yine kaybolalım sokaklarda oğlumla, tıpkı eskisi gibi. Bu, en sevdiğimiz oyunlardan biriydi sokaklarda kaybolmak, evi nasıl bulacağımızın bir muamma olduğu o tatlı macera. “O sokağa mı girsek, yoksa bu sokağı mı denesek?” diye köşe başlarında geçirdiğimiz küçük, neşeli tartışmalarımız… Meğer ben de seviyormuşum bu anları, hem de nasıl! Aklımda kalmış her bir detayı, capcanlı, sanki dün yaşanmış gibi.
Oğlum o zamanlar 6-7 yaşlarındaydı. Parkta oynarken herhalde sıkılıyordu; hep aynı salıncakta sallanmak, aynı kaydıraktan kaymak ona yetmiyordu. Gözlerini kocaman açıp, o masum heyecanıyla, “Hadi baba, yine kaybolalım sokakta!” deyince, dayanamazdım. Hemen tutardık 5-6 sokak öteye giden yolu. Sonra başlardı evin yolunu bulma çabamız Bazen bilerek aynı yerden ikinci kez geçerdik; bakalım fark edecek mi, hatırlayacak mı diye. Ve o minik aklıyla hatırlardı da! “Baba, yanlış geldik, buradan az önce de geçtik,” diye tatlı tatlı hatırlatırdı beni. O anlar, o küçük sesi, o zeki bakışları… Hepsi hala gözümün önünde, kalbimin en güzel köşesinde, sanki dün gibi taptaze.
Ne çok sokak varmış, ne çok olasılık… Her bir köşe başında yeni bir macera, yeni bir keşif. Evin yolunu bulmak için önümüzde uzanan sayısız seçenek. Ama hangisini seçmeliyiz? Tıpkı hayatın karmaşasında olduğu gibi, her adımda ne çok olasılıkla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Sonra birini seçiyoruz, cesaretle ya da tereddütle, ama o da yetmiyor çünkü seçtiğimiz yol bile karşımıza yepyeni seçenekler, bambaşka ihtimaller çıkarıyor. Eğlenceli mi bu, yoksa yorucu mu? Belki de her ikisi birden. Sokaklarda oğlumla kaybolurken bu bir oyundu, kahkahalarla dolu bir serüven. Ama hayatın içinde kaybolduğumuzda, bazen yollar daha belirsiz, adımlar daha ağır geliyor. Yine de oğlumun gözlerindeki o parıltı, “Hadi baba!” deyişindeki coşku, bana şunu öğretti: Belki de mesele yolu bulmakta değil, yolda geçirdiğimiz anların kıymetini bilmekte.
Bu bir oyunmuş meğer, dünya hayatı da bir oyundan başka bir şey değil gibi. Var olan her şeyin nedeni buymuş olasılıklar, verdiğimiz tepkiler ve bu tepkilerin doğurduğu yeni olasılıklar. Tıpkı oğlumla sokaklarda oynadığımız gibi, bir sonraki adımda ne olacağını bilmeden, ama yine de koşarak, gülerek ilerlediğimiz bir oyun. Seçiyoruz, yaşıyoruz, karşılaşıyoruz; sonra yine bir hamle yapıyoruz, yeni bir yol deniyoruz.
Ev neresi peki? Dört duvarla çevrili bir yer mi, yoksa gönül kapımız mı? Oğlumla kaybolduğumuz sokaklarda evi bulmak bir oyunun sonu gibiydi, ama şimdi anlıyorum ki asıl ev, kalbimizin, huzur bulduğu o yer. Gönül evimiz, kapısı açık oldukça, bu büyük oyunda hangi sokağı seçersek seçelim, kaybolsak da yol bizi hep o doğru eve götürüyor.