Kayıtlar

Yolda Olma Hali/Metro

Resim
  Turnike öttü, kolu ittirip geçtim. Oh neyse ki sorunsuz, size de olur mu bilmem, ama bazen seyahat kartına ihtiyaç duyduğunda aklın karışır ya… - Acaba içinde para var mı? Gidip kontrol mi etsem? Yok yahu, illaki vardır düşünceleri arasında gelgitler yaşarken turnikenin ağzına kadar gelirsin. Kartı okutursun, yeşil ışık yanar, o tanıdık bip melodisi kulağına şenlik gelir. Hemen ardından güvenlik x-ray cihazından geçip metroya iniş için harekete geçersin. Ama bazen de… o an gelir, kartı okutursun ve turnike sanki bütün metroya anons eder gibi bağırır - Yetersiz bakiye zaten ekranda kırmızı uyarı yanıp sönüyor, bir de niye afişe ediyorsun ki insanı? Neyse, bu sefer şanslıyım yeşil ışık yandı, geçtim. Şimdi metroya inme vakti. Aslına bakarsan genelde yürüyen merdivenleri kullanırım. Bazen de sabit merdivenlerden kendi tempomda, inip çıkarım. Ama bazı günler, yorgunluk çöker, katlar arası mesafeler gözümde büyür de büyür. Sanki her basamak bir maraton, her kat bir dağ o vakit asansör...

Yolda Olma Hali/Avlu

Resim
  Yolumun üstündeki cami bankına öylece uğradım, oturup ayaklarımı öne doğru uzattım. Saat henüz 10:17’yi gösteriyor, ama sabahın telaşı burada bir şekilde eriyip gitmiş gibi. Karşımda yükselen cami    zarif minareleriyle gökyüzüne uzanırken ana kubbesinin heybeti adeta zamanı donduruyor çevresindeki küçük kubbelerse bu taç gibi duruşu tamamlıyor. Taş duvarlar güneşin yumuşak ışıklarıyla parıldıyor ama bu parlaklıkta bir ağırlık hissediliyor sanki her çatlak yılların sessiz tanıklığını taşıyor. Sağımda, demir parmaklıklı kapı ana caddeye açılıyor buradan girenler avlunun sakinliğine kendi hikayelerini katıyor. Önümden geçenler bir nehir gibi akıyor Kimisi merdivenleri tırmanıp camiye yöneliyor, kimisi ıhlamur ağaçlarının gölgesindeki çay ocağına sığınıyor oradan yükselen kahkahalar ve kaşık tıkırtıları avlunun sessiz dokusuna renk katıyor. Çay ocağının ötesinde, lavabolar avlunun bir parçası gibi duruyor bazıları ise bu alanı kestirme yol olarak kullanıp diğer caddeye doğ...

Yolda Olma Hali/Dragos

Resim
Kalemi elime aldığımda, zihnimdeki gürültülü kalabalık usulca çekiliyor. Sanki ağır, tanıdık bir battaniye ruhuma örtülüyor, içim ısınıyor. Sessizlik, hayatın karmaşasına bir mola bir anlık nefes gibi Sahil yolunda yürüyorum. Marmara’nın tuzlu kokusu genzimi dolduruyor, Prens Adaları’na paralel adımlarım ritmik neredeyse mekanik. İyot kokusu ve martıların mırıltıları sessizliğime eşlik ediyor. Karşıdan geçen gölgelerin belirsiz yüzleri, rüzgarın dallarda fısıldadığı eski şarkılar… Hiçbiri ilgimi çekmiyor. Sadece yürüyorum. Bu yol, hissediyorum, beni dosdoğru 1081’e götürecek Fotoğraf makinesini yanıma almamışım. Sabah evden çıkarken nasibimin beni buraya, bu sahil yoluna, geçmişle geleceğin kesiştiği o puslu çizgiye getireceğini bilmiyordum. Az ileride bir dere, denize kavuşuyor navigasyon bir köprü gösteriyor, herhalde orası. Derenin çağlayan sesini hayal ediyorum. 1081’de berrak hayat dolu akardı muhtemelen. Şimdi yorgun, bulanık denize ulaşırken sessizleşiyor, köprünün gölgesinde mı...

Hayata Cevaplar/Yürüme

Resim
  M.Ö. 335’te Aristo, Atina’da Peripatetik Okulu kurduğunda, yürümenin bedensel bir eylemden öte bir hakikat arayışı olduğunu gösterdi. Gölgeli patikalarda adımlarını bilgiye doğru atan öğrenciler, her dokunuşta toprağa düşüncenin tohumlarını serpiştirdi. Asırlar sonra, Anadolu’nun dolambaçlı sokaklarında doğan  müteferriç  kelimesi aynı ritmi yakaladı. Derdini yürüyerek dağıtan, ayak izlerinde huzur bulan insanın hikayesi. İki kavram, zamanın ve coğrafyanın ötesinde birleşir çünkü yürümek, kaosun perdelerini aralayıp insanı kendi sessiz özüyle buluşturan kadim bir arınma yoludur. Ormanın kuytusunda, denizin hışırtılı kıyısında ya da şehrin kalabalık caddelerinde müteferriç, adımlarıyla zihninin fırtınalarını dindiren bir gezgindir. Her adım, iyilik ile kötülüğün kavgasına bir mola verir her nefes, onu varlığının dingin merkezine çeker. Sanki bir meditasyondur bu. Düşünceler silinir, kaygılar rüzgara karışır ve geriye yalnızca an’ın billur berraklığı kalır. Bir çınarın gö...

Yolda Olma Hali/Halki

Resim
  Adada çoğu şey değişse de değişmeyen tek şey vapurdan iner inmez yüze vuran bu rüzgar. Aynı çocukluğumdaki gibi. Tuzlu, serin, sanki eski anıları usulca kulağıma fısıldıyor. Mayıs ayının güneşi bir başka sanki eski bir dost gibi, kışın yorgunluğunu usulca silip vücudu canlandırıyor. Ne bunaltıyor ne de yakıyor, tam kararında bir sıcaklık. Yaş mı aldık nedir? Eskiden böyle mi düşünürdük? Gençken Güneşse güneş, bas sıcaklığı derdik, bronzlaşmak iyidir, hassasiyet mi vardı bizde? Çantamda biraz kuruyemiş, bir şişe su, yedek tişört ve fotoğraf makinem var. Deniz pırıl pırıl, martılar havada süzülüyor. İlk hedefim kahvaltı yapmak. Gerçi ada vapurunda da kahvaltıyı severdim o tostun kokusu yanında demleme bir çay. Ama bu sabah vapur çok kalabalık. Büfenin önünden bir geçtim, kuyruk vardı, transit geçiş yaptım. Zaten aklımda başka bir yer var. Heybeliada’da, gençliğimde her geldiğimde kahvaltı yaptığım Meltem Pastanesi. Küçük, camekanlı dükkan, masaları kareli şeklinde, vitrinde taze po...